Kabul edelim, film izlerken hikayenin içinde kaybolup, hayallere daldığımız, kendimizi hikayenin kahramanlarının yerine koyduğumuz bile olmuştur. Hatta, filmin geçtiği yerleri merak edip google’layanlar da aramızda, biliyoruz. Bir seyahat tutkunu için seyrettiği filmde görüp, keşfetmeye değer destinasyonları bulup yolculuğa çıkmak ise mucizevi bir şey! Son 50 yılın içinizdeki seyahat etme arzusunu uyandıracak en iyi 10 filmini seçtik. Biz de bu yazıyı hazırlarken yeni seyahat planlarımızı yapmaya başladık…

Out of Africa (1985)

Başrollerini Meryl Streep  (Karen Blixen) , Klaus Maria Brandauer (Bror Blixen) ve Robert Redford'un (Denys Finch Hatton) paylaştığı Out of Africa (Benim Afrikam) dünyanın gözünü Afrika'ya çeviren kült bir film. Karen Blixen'ın 1937 yılında yayımladığı kendi anılarına dayanan Out of Africa'da hikaye,  1913 yılında zengin ve bekar Karen Dinesen'in Baron Bror Blixen ile evlenmesiyle başlar. Aristokrat bir ailenin üyesi olmasına rağmen mali bir güvencesi olmayan Bror ve Karen Afrika'ya yerleşerek bir çiftlik kurarlar kendilerine. Barones ünvanı için yapılan bu evlilikte yalnız kalan Karen aşkı avcı Hatton'da bulur. Filmin romantizminin yanında izleyicileri büyüleyen ise Nairobi'deki rezervin ve safari yaşamının büyüleyiciliği.

The Last Emperor (1987)

Eğer Çin'i ve Çin kültürünü merak eden bir seyahat severseniz, The Last Emperor ( Son İmparator) filmini izledikten sonra uçak biletinizi almış, valizinizi hazırlamış hatta yola çıkmış bile olabilirsiniz. İtalyan yönetmen Bertolucci'nin Çin hükümetinden izin alarak Yasak Şehir, Pekin'de çekmiş olması ile Amerikan film dünyasında yeni bir dönemin başlangıcı diyebiliriz. Filmin bir gezgin için cazip olan tarafına gelecek olursak, yaklaşık 500 yıl boyunca imparatora ev sahipliği yapmış, Çin hükümetinin törensel ve politik merkezi olmuş Yasak Şehri ekranda görmek bile yeterince etkileyici.

Thelma & Louise (1991)

Kadınların merkezde olduğu ve yolda geçen senaryosuyla film dünyasında yeni bir konsept yaratan Thelma & Louise, ünlü yönetmen Ridley Scott’un en iyi işlerinden biri. Film, erkek arkadaşından bıkan Arkansaslı garson kız Louise Susan Sarandon (Louise) ve  ihmalkar ve cinsiyet ayrımcısı kocasıyla birlikte sıkıcı bir hayatı olan Geena Davis Thelma)’nın hafta sonu tatili için yola çıkmalarıyla başlar. Yaşadıkları talihsizlikler kaçma-kovalama hikayesine dönerken iyi bir gezginin heveslendiği şey araba ile uzun yolculuğun verdiği heyecan ve keyif oluyor!

Before Sunrise (1995)

Avrupa sanatının kalbi olan Viyana'ya aşık olmak için bir sebebe gerek yok ama Before Sunrise ( Gün Doğmadan) filmini seyredenler hem hikayenin güzelliği hem de çekimler sayesinde bu şehre ayrı bir merak duymuşlardır. Fransız yüksek lisans öğrencisi Celine (Julie Delpy) ile Amerikan Jesse'in  (Ethan Hawke) Budapeşte - Viyana treninde bir çiftin kavgası ile tesadüfen tanışmaları ile başlayan hikâye Viyana'da trenden inmeleri ve 14 saat boyunca şehri beraber dolaşmalarıyla devam ediyor. Birbirlerinin hayatlarını derinden etkileyen bu 14 saatin bize yansıttığı duygular bir yana Viyana sokaklarının verdiği romantizm hissi muazzam!

The English Patient (1996)

Hepimizin kalbine dokunan aşk hikâyesinden "harika" dedirten çekimleriyle kusursuz bir film olarak karşımıza çıkan ve 9 dalda Oscar kazanan İngiliz Hasta'yı (The English Patient) henüz izlemediyseniz mutlaka izleyin. 2. Dünya Savaşı'na sayılı günler kala, askeri bir kampa uçak kazası sonucu yanıklar içinde gelen bir adam ile ona bakan ve ilgi duymaya başlayan genç hemşirenin hikayesi anlatılırken hastanın hayatına geri dönüşlerle birlikte savaş öncesi Mısır ve savaş sonrası Toskana, İtalya sahnelerini izliyoruz. Bir gezgin olarak anlatılan hikaye kadar Mısır ve İtalya görüntüleri yeni seyahat planları yapma arzusu uyandırıyor.

The Talented Mr. Ripley (1999)

Her şeyden önce oyuncu kadrosuyla beyaz perdeye kitleyen Yetenekli Bay Ripley (The Talented Mr. Ripley) Matt Damon, Gwyneth Paltrow, Jude Law, Cate Blanchett, Philip Seymour Hoffman ve Jack Davenport başrolleri paylaşıyor. İtalya'da geçen en keyifli ve seyahat için iştah kabartan filmlerden biri olarak açıklayabileceğimiz film tabi ki çekimleri, senaryosu ve oyunculuklarıyla da takdiri hak ediyor. 1950'li yıllarda geçen dönem filmi,  New York'ta geçinmeye çabalayan genç adam Tom Ripley'in macerasını anlatıyor. Bir partide tanıştığı zengin bir iş adamından aldığı görevle Dickie isimli bir çocuğu Amerika'ya geri döndürmek adına İtalya'ya gönderilen Ripley sayesinde Lazio kıyılarının bozulmamış plajlarını ve büyüleyici Venedik şehrini de filmde doyasıya izliyoruz. İşte bu yüzden, İtalya'ya aşık olmamak zor, çok zor!

Lost in Translation (2003)

Başrollerini Bill Murray (Bob Harris) ve Scarlett Johansson'ın (Charlotte) paylaştığı  Bir Konuşabilse (Lost in Translation) Tokyo'nun tanıtım reklamı gibi bir etki yaratıyor üzerinizde. Film, Japonya'yı merak eden gezginler için teşvik edici olan, Japon kültürüne yakından uzaktan ilgi duymayanları bile bu topraklara seyahat etme konusunda heyecanlandırıyor. Filmde aşırı ilgiden bunalıp, reklam çekimi için Tokyo'ya gelen ancak bu sefer de kalabalıklar içine yalnız kalmaktan bunalan Bob ile eşiyle birlikte şehre gelen ancak kendini yalnız hisseden Charlotte'un hikayesi konu ediliyor. Dillerini konuşamadıkları milyonlar arasında da yalnız kalınabileceğini gösteriyor. Film çok güzel ama Tokyo daha güzel!

The Motorcycle Diaries (2004)

Başrollerini Gael García Bernal, Rodrigo de la Serna ve Mia Maestro'nun paylaştığı 2004 yapımı olan Motosiklet Günlüğü (The Motorcycle Diaries) devrimci olarak tanıdığımız Che'nin aslında hiç bilmediğimiz gençlik hikâyesini anlatan biyografik film. Bir zamanlar onun Buenos Aires’in varlıklı kesimlerinde yaşayan 23 yaşında bir tıp öğrencisi olan Che Guevara ile 29 yaşındaki arkadaşı biyokimyacı Alberto Granado’yla birlikte yaptıkları motosiklet yolculuğunu kaçımız biliyoruz? Buenos Aires’ten bir motosikletin sırtında çıktıkları yolculukta Latin Amerika gerçekleriyle yüzleştikleri masalsı hikâyenin canımızı acıtan ve sizi hayatın acı gerçekleriyle tanıştırdığı sahneleri canınızı acıtsa da Latin Amerika'nın merak uyandıran coğrafyası ile heyecanlanacağınız da bir gerçek. Arka fonda Latin müzikleri de bu topraklara gitme isteğinizi pekiştirecek, bizden söylemesi!

Vicky Cristina Barcelona (2008)

Scarlett Johansson (Cristina) , Penélope Cruz (María Elena), Rebecca Hall (Vicky) ve Javier Bardem'in (Juan Antonio Gonzalo) oyunculuklarını konuşturdukları Vicky Cristina Barcelona, Woody Allen'ın en tatlı filmlerinden biri hiç kuşkusuz. Aslında başrol isimlerine Barcelona şehrini de eklemek gerekiyor. Şehrin dokusunu, neşesini, Akdeniz sıcaklığını, kültürünü birebir izleyiciye geçiren Allen'ın sizde uyandıracağı: bir uçağa atlayıp, Barcelona'ya gitmek, romantik gitar müzikleri eşliğinde tapasların tadına bakıp, Gaudi'nin ruhu ile sokaklarda gezinmek...

Eat Pray Love (2010)

Bir film, 4 şehir diyerek söze başlayalım. Kitaptan uyarlama olan Ye, Dua Et, Sev (Eat, Pray, Love) Julia Roberts James Franco ve Javier Bardem gibi güçlü isimleri buluşturan romantizm ve kişisel gelişim dolu bir film. New York’ta yaşayan yazar Elizabeth'in (Julia Roberts) bir gecede boşanma kararı almasından sonra David'e (James Franco) âşık olmayı denemesi ve başarısız olmasının ardından yıllar önce Bali'ye yaptığı ziyaret ve ‘iyileştirici’ lakaplı Ketut’un kehaneti üzerine üç bölümden oluşan bir seyahate çıkar. Roma'da İtalyan mutfağına doyan ve bu sırada bizi Roma'ya aşık ettiren Elizabeth ardından Hindistan'a gider. Arınma ve iyileştirmenin kalbi olan Hindistan kültürü ile izleyiciyi doldurduktan sonra final "cennetten bir parça" olduğuna inandığımız Bali ile sonlanır.